DÜŞÜNMEDEN ANLADIKLARIMIZ


 Kutu Kutu Pense: Dinlemeden Düşünmeden Anladıklarımız

Çocukken hepimiz sokakta “Kutu Kutu Pense” oynadık, değil mi?

Bir düşünün… O minicik ellerimizle daire olduk, dönedöne  hevesle bağırırdık:

“Kutu kutu pense, elmamı yerse…”

O kadar doğal söylüyorduk ki, kimsenin aklına “Yahu bu kutu kutu pense de neyin nesi?” demek gelmezdi. Gerçekten, niye elimizde kutular dolusu pense olsun ki? Penseli çete miyiz, marangoz dükkanı mı açtık belli değil.

Meğer işin aslı bambaşkaymış:

Fransa’da çocuklar “écoutez écoutez pensez” diye oynuyormuş bu oyunu.

Türkçesi: “Dinle, dinle, düşün.”

Yani iki kere dinle, sonra düşün.

Biz ise dinlemeden düşünmeden direkt “Kutu kutu pense” demişiz. Fransız çocuğu dinliyor, düşünüyor, anlıyor… Biz de “Penseyi,elmayı  yersen sıra sende!” diye koşuşturuyoruz.

Aslında bu sadece tek bir örnek değil. Günlük hayatta da aynı refleksi sürdürüyoruz:

Söyleneni yarım yamalak dinleyip, anlamını karıştırıp, üstüne gayet eminmiş gibi kullanıyoruz. Sonra da özgüven tam gaz:

—“Abi ben çok iyi biliyorum…”

—“Kaynağın ne?”

—“Ben öyle duydum!”

İşte size başka minik hatırlatmalar:

“Göz var nizam var” deriz… Doğrusu “Göz var izan var”dır. Yani akıl, anlayış. Ama nizam deyince sanki gözden lazerle düzen çıkacak gibi bir hava oluyor.

“Göz var izan var” dememiz gerekirken “Göz var nizam var” diye ahkam keseriz.

Hep bir kulaktan dolma, yarım yamalak ezber…

Yine de bu yanlışların çoğu bize gülümseten tatlı hatıralar bırakır. Belki de önemli olan her şeyi dört dörtlük bilmek değil, bazen yanlışlarımızla bile eğlenebilmek.

Ama madem Fransa’dan bu oyunu aldık, bari mesajını düzgün alıp uygulayalım  :

İki kere dinle, düşün, anla…

Her zaman bildiğimizi sandığımız şeylere biraz daha dikkatle bakmakta fayda var. Hem belki bir gün siz de “Kutu kutu pense” diye başladığınız bir oyunun “Dinle ve düşün” demek olduğunu keşfeder, kendinize tatlı tatlı gülersiniz.Çocukken oynadığımız *“Kutu Kutu Pense”*nin aslında “Dinle Dinle Düşün” anlamına geldiğini öğrendiğimizde hepimiz ufak çaplı bir kültür şoku geçirdik. Ama merak etmeyin, yalnız değilsiniz. Çünkü biz milletçe “Yanlış anladık ama çok da güzel benzettik” rekorlar kitabına adayız.


Bakın, başka neler var:

Güzele bakmak sevaptır.

Aslında hadis değil. Çoğumuz bunu dini bir delil gibi savunur, sonra da güzel görünce gönül rahatlığıyla dikiz yaparız. Sanki ahirette “Ama ben sevap yapıyordum!” diyecekmişiz gibi…

Azimle sıçan duvarı deler.

Bak şimdi ya … Yani sıçanın azmi takdire şayan olabilir ama hepimiz biliyoruz ki bu cümle biraz manasız Madem deliyor, sıçan değil inşaat ustası olsun bari. Yine de azim güzeldir, kabul.

Aptala malum olurmuş.

“Bak gördün mü, dediğim çıktı!” diyen kişiye “Hah, sen de aptalsın  malum oldu!” diyoruz. Yahu bari başka bir tabir bulsak da kimseyi hem aptal hem kahin ilan etmesek.

Su uyur düşman uyumaz.

Hep bir paranoya, hep bir teyakkuz hali. Su uyuyunca düşman balıklama dalacak sanki. Su uyur mu sü asker uyur .Ama nedense düşmanı hiç göremiyoruz, hep tetikteyiz.

Banyodan sonra saatler olsun.Çocukken bizim evde denilirdi saat ne alaka derdim ama anne baba diyorsa doğrudur kuralı var ya fazla sorgulatmaz .

Ne saati? Akşam saati mi, namaz saati mi? Meğer doğrusu “Sıhhatler olsun muş .” Temizlendin, ferahladın,sağlık olsun  demekmiş. Biz olayı kronolojiye bağlamışız.

Elinin körü, ölünün kuru.

Sinirlenince bulduğumuz bu yaratıcı atasözü (!) sanki küfürle şiir arasında sıkışmış bir başyapıt. Gerçek manası yok, sadece sinirli olduğumuzu beyan etmekte kullanıyoruz.

Sıfırı tüketmek.

Doğrusu “Zafiri soluğu tüketmek.” Ama “sıfırı tüketmek” deyince sanki finansal iflas ilan ediyoruz gibi bir dram havası veriyor. Halbuki insanın nefesi kesildiğinde söylenirmiş.

Geçti Bor’un  pazarı sür eşeğini Niğde’ye.

Yani kısaca “Geç kaldın!” diyor. Ama Niğde’ye eşek sürmek nedense daha artistik geliyor. Sanki ilçesi Bor’dan Niğde’ye kervan organize edeceğiz de pazarı kaçırmışız.

Ane gibi yar, Bağdat gibi diyar olmaz.

Meğer “ane” Bağdat’ta bir uçurum. “Yar” da uçurum demek. Biz bunu anneye falan bağlamışız, duygusal melodramlar yazmışız. Halbuki resmen coğrafi tanım yapıyormuşuz.

Fukaranın düşkünü, beyaz giyer kış günü.

Sandık ki fakirlik ve kış arasında bir metafor var. Oysa doğrusu:

Zürefanın düşkünü, beyaz giyer kış günü.

Yani eskiden zengin, görgüsüzleşince kışın ortasında beyaz ceket giyer. Hem üşür hem gülünç olur.Zürefa zarifler ,seçkinler elitler ,burjuvalar demek bildiğimiz sırık zürafa değil.

Ateş olmayan yerden duman çıkmaz.”

Evet çıkmaz ama bazıları da kibriti tutar, üfler, dumanı özel efekt gibi çıkarır. Sonra da “Ben bir şey demedim, herkes biliyor zaten…” diye sinsice sırıtılır. Ateş aramaktan önce, üfleyenleri tespit etmek lazım.

“Davul bile dengi dengine.”

Sosyal medyada en çok çarpıtılan cümlelerden. Sanki kimse dengine bakmıyor da herkes davulcu peşinde. O yüzden “Davulun sesi uzaktan hoş gelir” deyip kapatıyoruz konuyu.


Velhasıl kelam, biz söylemeyi pek severiz; anlamını merak etmeye gelince “Aman canım, herkes biliyor” der geçeriz. Ama işte bakın, bilmiyoruz. O yüzden tekrar hatırlatayım: İki kere dinle. Bir kere düşün. Sonra konuş. Yoksa bir bakmışsınız, ağlamayana meme yok demişiz, zırıldamayı marifet saymışız; güzele bakmak sevaptır deyip çapkınlığı meşrulaştırmışız! Saatler olsun! Unutma, kafan karışırsa, moralin düşerse ya da sadece gülmek istersen buradayım. Her zaman beklerim, kutu kutu pense, buradayım her nefeste☺️🌸😅


Yelda Öğretmen 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

BUGÜN NASIL YAŞAMAK İSTİYORUM ?

KELEBEK KANADI SENDROMU 🦋

Yaşama Katılan Değer: Kendine Yatırım