HUYSUZLUKLA DÜNYAYI YÖNETME SANATI (!)




Bir düşünün…

Sabah kahvaltısında çocuğunuz "Ben bu peyniri sevmiyorum!" diye bağırıyor.

Ve siz ne yapıyorsunuz? “Aman ağlamasın, hadi ekmek üstü çikolata verelim.”

Tebrikler! İlk dersi başarıyla verdiniz👏👏“Yeterince ağlarsan hayat sana Nutella’yı getirir ”i pekiştirdiniz


Huysuzluk eden çocuklara karşı gösterdiğimiz bu “anlık barışçıl” yaklaşım, aslında uzun vadede minik bir tiran yaratıyor olabilir. Çünkü çocuk şöyle düşünüyor:

“Demek ki ben yeterince zıvanadan çıkarsam, bu evde kuralları ben koyarım!”


Peki, bu neden tehlikeli?

Çünkü o çocuk büyüyünce, trafikte korna çalınca yol vermeyen, sınavdan düşük alınca öğretmeni suçlayan, iş görüşmesinde reddedilince “Zaten ben de istememiştim ki!” diyen yetişkine dönüşebiliyor.


Bunu istemiyoruz. Hem çocuklarımıza hem kendimize iyilik yapalım:

Huysuzluğun karşılığı ödül değil, sınır olmalı.

Yoksa bir bakmışsınız, evin patronu 3 yaşında biri olmuş.


Ağlamasına, üzülmesine izin verin. Bu duygular gelişimin parçasıdır. Ama unutmayın:

Sınırlar sevginin düşmanı değil, koruyucu çitidir.

Ve o çitleri kim kurmazsa, çocuk büyüyünce herkese çarparak yürümeyi “özgürlük” zannedecek..


Sonuç mu?

Evde disiplin yoksa, sınır yoksa sokakta toplum yorgun düşer,evde ev ahali bitkin düşer..


Unutmayın sevgili ebeveynler:

Bir huysuzluk krizinde “sadece bir kere” kural bozarsanız, çocuğunuzun aklına şu cümle kazınır:

“Demek ki bu evde kontrol bende!


Ve inanın, o kontrolü bırakmazlar.Bir kez pes ederseniz, çocuk 'direksiyon bende' der… ve siz sadece arka koltukta seyirci kalırsınız...


Bu çocuklar büyüyünce ne mi olur?


Küçükken “kraliçe” ya da “prens” ilan ettiğimiz bu minikler, ileride her hayır cevabını kişisel hakaret sayan yetişkinlere dönüşecektir.

Eleştiriye mi uğradı? Anında “Sen bana bunu nasıl söylersin!” tripleri başlar.Sen ,senin yüzünden ,senin suçun der ve asla sorumluluk almaz..

Bir sınır mı koydunuz? “Sen beni sevmiyorsun zaten!” melodramı sahneye çıkar.

Empati desen? O kısım belleğe yüklenmemiş olduğundan , çocukken hep dünya onun etrafında dönüyor sanıyor..


Yani minik minik büyütüyoruz, ama içten içe “kendi duygularına âşık, başkasının duygularına sağır” bir jenerasyon yetiştiriyoruz.

Sürekli pohpohlanan çocuklar, gerçek hayatta alkışsız kaldıklarında çöküyor.

Zira hayat bir sahne değil, ama onların kafasında hâlâ “başrolde benim” yazıyor.Sonra maazallah klinik klinik dolaşırsınız..


Çocuk yetiştirmek gerçek bir sanattır…

Ama öyle fırçayı çocuğa bırakıp “ne istersen çiz tatlım” diyerek değil.

Çerçeveyi siz çizeceksiniz, rengi birlikte seçeceksiniz.

Aksi takdirde çocuk Mona Lisa’yı değil, duvarı boyayacaktır..


Evdeki performans gerçek sınav değil…

Gerçek sahne, çocuk el içine çıkınca başlar.

Evdeki performans sadece provadır…

O an herkes anlar:

Bu çocuk kendi kendine mi böyle oldu,

yoksa biz fazla mı "istediği olsun" dedik?


Çünkü çocuk yetiştirmek; sadece büyütmek değil,

“büyüyünce kim olacak?” sorusuna verilen en anlamlı cevaptır.

Ve inanın, o cevap sokakta karşınıza çıkar.İşte o zaman ortaya çıkar, alkış mı gelecek yoksa “kim yetiştirmiş bu çocuğu?” bakışı mı! anlarsınız ...

Yelda Öğretmen

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

BUGÜN NASIL YAŞAMAK İSTİYORUM ?

KELEBEK KANADI SENDROMU 🦋

Yaşama Katılan Değer: Kendine Yatırım